Mc Donalds yiyecekseniz Hindistan’a gitmeyin! By Gürcan Enginarlar....
Hindistan'da 1 ay boyunca 6 şehir gezdim. Klişe tabir ile gitmeden önce
bildiğiniz her şeyi unutmanız gereken, insanı,
gelenekleri, şehirleri , yemeği ile kendinizi tamamen farklı bir kültürün
içerisinde eriterek keyfini çıkarabileceğiniz, dünyanın görülmeyi sadece bir
kez değil, defalarca hak eden coğrafyası olduğunu düşünmekteyim.
Millerimle aldığım bilet ile uçtuğum Yeni Delhi’de gezimiz
başladı. Yeni Delhi Hindistan’ın kaotik başkenti. İlk gün şokunu atlattıktan
sonra alışmaya başlıyorsunuz, ama özellikle pahalı otellerde değil de
istasyonun bulunduğu Paharganj bölgesinde kalıyorsanız ilk gün çok önemli. Eğer
giriş cümlesine söylediğim psikolojik hazırlığı yaparsanız daha kolay
atlatırsınız. Kaotik dememin sebebi; tabi ki önce trafik. Arabalar,
rickshawlar, inekler köpekler birbirlerine neredeyse değecek gibi ama değmeden gürültü
patırtı halinde yollarına devam ediyorlar. Trafik ışığı yok ve kavşaklarda
elinde kocaman değnek olan trafik polisleri var. Ayna yok sadece korna var.
Fakat tüm bu kaosun içerisinde aslında bir ahenk var, mesela hiç kaza görmedim.
Çok fazla kalabalık, sıcak ve tabi ki çok pis. Gündüz vakti sokağın ortasında
çiş yapmak hiç kimse tarafından yadırganmıyor. Hintlilerin müptelası oldukları
ve sürekli çiğneyip yere tükürdükleri Paan denilen baharatlı yiyeceğin
izlerini her yerde görebilirsiniz, çünkü bunu çiğnedikten sonra ağzınız
kıpkırmızı oluyor, ve yutulmaması gerekiyor. Hindistan’a gitmeden önce dikkat
etmeniz gereken şeylerin başında sadece şişe su içmek ve sokakta satılan açık
yiyeceklerden almamak olduğu söylenir. Ben şişe su kısmına kesinlikle katılıyorum çünkü açık su içmek
Hindistan’da çok kolay bir bulaşıcı hastalık kapma yöntemi olabilir. Ama sokakta
satılan yemekler konusunda kendimi pek tutamadım.
Hindistan’da yemek kültürü dendiğinde , tıpkı uzak Doğu’da
olduğu gibi, pastanın büyük dilimini sokak yemeklerinin oluşturduğunu
düşünüyorum. O yüzden karnınızı doyurmak için mc donalds, subway yada pizza
yemeği düşünüyorsanız Hindistan’a gitmeyin derim. Hin yemekleri bilindiği üzere baharatlı.
Aslında bu anlamda Türk’ lerin adapte olması zor değil. Yine bizdeki gibi çok
fazla tencere yemeği var ve bunların başında nohut, bezelye, fasulye, mercimek,
pirinç gibi baklagiller ile yapılanlar geliyor. Yine başka bir ortak noktamız
çay. Hindistan’da deli gibi çay içiliyor, kişi başı tüketim bizden fazla. Çay
orada da çay, ismi aynı. Farkı içiliş şekli, Hintliler çayı sütlü ve şekerli
içiyorlar ve bir yere gidip çay istediğinizde süt ve şeker ile karıştırılmış
olarak geliyor. Bunun yıllar boyunca İngiliz sömürgesi olmalarının mirası
olduğunu söyleyebiliriz.
Sokak yemeklerine gelirsek; Ben özellikle Samosa tiryakisi oldum. Samosa bizim
muska böreğine benziyor, et ya da sebze ile yapılıyor ve kızartılıyor.
Kızartılmış olduğu için göreceli bulaşıcı hastalık riski daha az.
Samosa
Hindular dana eti yemedikleri için Hint mutfağı benim gibi et tüketmeyenler için birçok
alternatif sunuyor. Tavuk kullanımı yaygın. Yemekler genelde bol yağlı ve
baharatlı. En çok kullanılan baharat
Köri olarak bilinir fakat aslında Köri tozu diye bir baharat bulunmamaktadır .
Köri diye bilinen baharat Masala’dır
ve bunun onlarca farklı versiyonu bulunur. En bilinenleri Tikka masala ve Garam
masala’dır. Genelde kimyon, kakule, zerdeçal, zencefil, rezene, kişiniş tohumu
gibi baharatların karışımı ile yapılır. Internette bulunan tariflerden
rahatlıkla evde kendi masalanızı yapabilirsiniz. Diğer yaygın baharat safran ve acı biberdir. Bunun
dışında çok sevdiğim kişniş bir çok yemeği şenlendiriyor. Yeni Delhi , sokak
yemeği anlamında çok fazla alternatif sunuyor fakat temizlik ve hijyen açısından
daha riskli olduğunu söylemek gerek.
Tabi ki şehirde,
dünya ve Hint mutfağı servis eden orta halli ve lüks restoranlar da var.
Bu restoranların çoğunda 11-12 kalem Hint yemeğini küçük porsiyonlar halinde
denemenize imkan veren tadım menüleri
mevcut. Yemeklerin yanında bizim pide benzeri Naan servis ediliyor. Bazen tırnak pide şeklinde kalınca olabilen
naan bazen de bizim karadeniz pidesi inceliğinde üzeri sarımsaklı ve baharatlı
olarak servis ediliyor ki muazzam bir lezzet.
Tadım Menüsü
Naan
Sonraki durak trenle Rishikesh oldu. Yeni Delhi’den trene
binmek inanılmaz bir deneyimdi. Merkez istasyonunu kullanacak olanlara
kesinlikle 2 saat erken gitmelerini öneririm çünkü yarım saat önce gideyim,
peronu bulur trenime binerim durumu yok. Zaten ilk yarım saat şaşkınlığınızı
atamıyorsunuz. Bildiğiniz üzere tren en çok kullanılan ulaşım aracı. Tren
bileti bulmak ayrı, treni bulup binmek ayrı bir mücadele. Tabi bunu büyük
şehirler için söylüyorum. Örneğin Rishikesh’te hiç sorun yaşamadık. Bilmeniz
gereken en önemli detay biletiniz olsa bile trene binmeden önce bir onay
almanız gerekiyor ve numaranız o zaman veriliyor. Ben bu yüzden nerdeyse treni
kaçırıyordum.
Rishikesh Hindistan’ın kuzeyinde muthiş doğal güzelliği
olan, Ganga yani Ganj nehrinin tam ortasından geçtiği bir huzur kenti. Beatles
grubu bir dönem burada yaşamış ve albüm yapmışlar. Hatta Rishikesh diye
şarkıları bile var. Yoga, meditasyon kampları ile bilinen bir yer. Bu kamplara
ashram deniyor ve çalışma karşılığında bunlarda kalıp yemek yiyebiliyorsunuz.
Yoga, meditasyon, reiki gibi konularda hem çok fazla eğitim seçeneği olması hem
de huzurlu doğası gereği buraya çok fazla yabancı turist geliyor, ayrıca burada
yaşamını sürdürmeye karar vermiş olan da çok fazla Avrupa, Amerika ve
Avusturalya’lı yabancı var. Örneğin bizim kaldığımız otelin sahibi İngiliz bir
kadındı. Bu sebeple yemek anlamında dünya mutfağından birçok örneği de
bulabileceğiniz bir yer.
Pansiyon sahibimiz Ingiliz kadın ve Hintli eşi çok tatlı
insanlardı. Bizi arkadaşları ile birlikte
bir akşam yemeğine davet ettiler. Bu yemek hoş sohbetin yanında evde
yapılan birçok Hint yemeğini de denememize imkan verdiği için pek keyifliydi. Evlerde ve
sokaklardaki lokantalarda en çok tüketilen yemeklerden biri mercimek yemeğini
andıran Dhal. Diğer çok tüketilen
bir malzeme ise Paneer. Bu aslında
peynir hemde lor peyniri. Genellikle sulu yemeklerin içerisinde küp küp
kesilmiş olarak bulunuyor.
Dhal yemeği ve
üzerinde servis edilen, kremaya benzeyen Malai
Paneer
Tabi ki yine vejeteryanlar için Rishikes’te de alternatif
çok fazla. Diğer önemli bir detay ise Rishikesh’te hiçbir yerde alkol yok, yasak.
Gidecekler için şiddetli tavsiyem, Amerikalı
bir çiftin kurduğu Ramana’s Garden. Burası müthiş bir Ganj ve dağ manzarası
olan, kimsesiz çocukların hem çalışıp yemek yaptığı hemde bakıldığı ve
okutulduğu, kendi organik tarımını yapan yeşillikler içerisinde bir yer. İçeride tavuklar, yavru keçiler ve
küçük sevimli çoğunluğu Nepal’li çocuklar koşturuyor. Hatta aşağıda onlardan
biriyle çekilmiş fotoğrafım var. Burayı Kendi
sularını arıtıp kullanıyorlar ve Hindistan’da belki de gönül rahatlığı ile
yeşil salata yiyebileceğiniz tek yer.
Ramana’s Garden’da
bakılan, yetim bir Nepal kızı. Beni çok
sevdiJ
Hindistan’da
yiyebildiğimiz tek salataJ
Rishikesh’ten sonra benim için ve tüm Hindistan için çok
özel bir yer olan Varanasi’ye geçiyoruz. Hintliler için kutsal olan bu şehrin
anlamı ölülerin yakıldıktan sonra küllerinin Ganj’a atılması ve böylece reenkarnasyon
döngüsüne son verildiğine inanılması. Yaşlı ve fakir insanlar varını yoğunu
satıp son zamanlarını burada geçirmeye ve ölmeye geliyorlar. Nehrin her yerinde
bulunan tapınaklar, şehrin üzerinde bulunan daimi sis ve yakılan odunların
kokusu, tapınakların civarında meditasyon yapan Sadular buraya inanılmaz mistik
ve masalsı bir atmosfer oluşturuyorlar. Sadular herşeyden vazgeçip, dünyevi
işleri bırakıp kendilerini tamamen meditasyona adayan bir nevi ruhban topluluk.
Saç ve sakallarını hiç kesmiyorlar ve vücutlarına kül sürüyorlar. Bunu tanrı Şiva’ya
benzemek için yapıyorlar. Şiva ölüm ve yeniden dünyaya gelişi simgeleyen Tanrı.
Sadulara kesinlikle para vermeyin, dilenmezler. Fakat yiyeceğinizi
paylaşabilirsiniz, eğer açsalar biraz yerler. Kendi yiyeceklerini de sizinle
paylaşırlar. Benim için Hindistan’ın en güzel unsurlarından biri her yerde bu
adamları görebilmektir.
Varanasi’de bir Sadu
Hindistan’da et tüketilen heryerde Biryani yapılıyor. Pirinç ve tavuk yada prinç ve et ile yapılan bu
yemek için ince ve uzun bir yapısı olan Basmati princi kullanılıyor. Hintliler
bunu genelde Naan yardımı ve elle yiyorlar. Hintliler de bizim gibi her yemeğin
yanında mutlaka pirinç tüketiyorlar.
Varanasi’de keşfettiğim bir içeceğin ismi Lassi. Yoğurt ile
yapılan bu içecek aslında bizim ayranın bazen meyve bazen de baharatlarla
yapılan versiyonu diyebiliriz. Sıcak havada gayet iyi gidiyor. Tekrar belirtmeliyim
ki burada da alkol kullanımı yasak, sadece bazı otellerde bulunabiliyor.
Varanasi’den sonra 16 saatlik tren yolculuğu rotayı iyice
Güney’e çevirdik ve Kolkata’ya vardık. Kolkata Hindistan’ın diğer şehirlerinden
hem dokusu hem de insan profili anlamında ayrılıyor. Burası daha düzenli,
oturaklı, ve Batı ülkelerine benzemiş olan bir şehir. Öğrenci protestoları ve
solcu kimliğiyle de biliniyormuş. Şimdiye kadar gördüğüm en buyuk botanik
bahçesine sahip, o kadar buyuk ki 1 günde bitiremiyorsunuz. Bu park dünyanın en
buyuk ağacı olan Banyan ağacını barındıyor. Yemek konusunda da diğer
şehirlerden farklı alternatifler sunuyor. Örneğin Bengal körfezine yakın olması
sebebiyle burada hatırı sayılır oranda balık restoranları var. Sokakta ise en
çok gördüğüm yiyeceklerden biri bizim lokma tatlısını andıran fakat buyukluk
olarak daha hallice olan bir tatlı çeşidi. Sorduğumda bunun aslında bizim un
helvasına benzeyen bir tatlı olduğunu ve isminin Besan Ladoo olduğunu
öğreniyorum. Un olarak nohut unu kullanılıyormuş.
Great Banyan Tree; Fotağrafta
küçük bir orman gibi görülen alan
aslında tek bir ağaçtan oluşuyor.
Besan Ladoo
Artık biraz güneş ve kum keyfi yapmaya karar veriyoruz ve
rotayı Goa’ya çeviriyoruz. Goa Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılıyor. Kuzey
daha çok Psychadelic partileri ile biliniyor ve daha çok bu kitle tarafından
tercih ediliyor. Güney ise daha sakin, daha çok çiftlerin ya da çocuklu
ailelerin tercih ettiği yer. Biz o sırada o kafalarda olmadığımız için Güney’i
tercih ettik. Okyanus manzaralı bungalovlarımıza yerleştik ve Goa’nın müthiş
doğasının keyfini çıkarmaya başladık.
Eski bir Portekiz
sömürgesi olan Goa’dan tipin bir Goa evi.
Uçsuz bucaksız bir kumsal, kumsalda dolaşan sevimli inekler,
köpekler, arkamızda orman ve güzel kokteyler. Evet Goa’da kokteyler çok güzel
çünkü burada alkol konusunda hiçbir sınırlama yok , nedeni çok fazla Hristiyan
yaşıyor ve birçok turist deniz ve kum tatili burayı tercih ediyor. Ayrıca mango,
Hindistan cevizi, ananas, lyche, passion fruit gibi tropik meyveler burada sebil olduğu için kokteyller
taze meyvelerden yapılıyor. Inanın sadece sahilde kokteyl içmek için bile
Goa’ya gidilebilir. Deniz ürünleri konusunda çok fazla seçenek var ve çok
hesaplı. Burada hemen her restoranın önünde, dışarıda duran bir mangal görebilirsiniz.
Fakat lokantaların birçoğu bizim bildiğimiz mangal değil Tandoori denilen kendi yaptıkları fırınları kullanıyorlar. Bizim
tandır ile aynı mantık aslında. Tandoori silindir şeklinde, gömme bir taş fırın. Altına
kömür koyuyorlar. İçerisine pişirmek istedikleri ürünleri sarkıtarak
pişiriyorlar. Ayrıca Naan pidelerini de bu fırınlarda pişiriyorlar.Tandoori
aynı zamanda yemeğin de ismi oluyor. Lamb Tandoori, chicken tandoori, fish
tandoori vb.
Goa’da heryerde içki satan dükkanlar var. En çok tüketilen
içki Goa’ya özgü olan ve kajudan yapılan Feni
likörü. Ayrıca diğer bilinen marka içkiler de satılıyor ve hepsi duty free’den
bile ucuz.
Goa’ya özgü Feni
likörü
Sonraki ve son durağımız Mumbai ya da Bombay. Burası benim
için özel bir yer çünkü en sevdiğim kitap olan Shantaram’ın hikayesinin geçtiği
şehir. Bu kitap henüz gitmeden bana Bombay’i ve Hindistan’ı sevdirmiştir. Hint
kültürü ve insanı ile ilgili bir ansiklopedidir. Bombay’da kalacağım yeri
kitapta çok önemli bir yeri olan Leopold Cafe’nin yakınlarında seçtim. Bu arada
birçok yere göre daha pahalı olduğunu söyleyebilirim. Sanırım popülaritesini bu
yönde kullanmışlar.
Bombay Hindistan’ın iş merkezi, birçok yurtdışı firmanın temsilcilikleri
kocaman gökdelenler içerisinde faaliyetteler. Bu sebeple yoğun yabancı nüfuz
var ve yemek alternatifleri bu talepler doğrultusunda oluşmuş. Bir yanda bu
gökdelenler ve plazalar varken diğer tarafta milyonlarca insanın sokakta yaşadığı
New York’un 15 katı nüfuza sahip bir şehir burası. Hem gecekondu semtleri,
dünyanın en büyük açık hava çamaşırhanesi, hem de müzeleri, devasa
kütüphaneleri, tarihi binaları görülmeye değer.
Bombay’da sokakta yürürken gördüğüm en ilginç şeylerden biri
şekerkamışı sıkıp suyunu satan satıcılar. Denedim ve gerçekten çok güzel bir
aroması var. Satıcılar bunun için özel bir pres makinası kullanıyorlar.
Yine sokak aralarında likör satan dükkanlar var ve bu
dükkanların etrafın herkes ayak üstü sokakta içki içiyor. Ve bu sokaklar gündüz
bile çok kalabalık oluyor.
Okul çıkışı likör
dükkanlarının etrafında bira içen öğrenciler.
Mumbai’ye özgü bir sebze yemeği denemek isterseniz patates, karnıbahar,
bezelye, havuç gibi sebzeler ve masala ile yapılan Pav Bhaji lezzetlidir. Yine bir tencere yemeği tabi ki. Hint
yemeklerinde çok fazla baharat ve yağ kullanıldığından sağlam mideye sahip
olmanız gerektiğini söylemeliyim.
Bombay diğer kentlere
göre entelektüel düzeyi daha gelişmiş bir popülasyona sahip, sokaklarda çokça
gördüğümüz kitap satıcıları bunun
göstergesi.
Son söz olarak Hint yeme içme kültürü sayfalara sığmayacak
kadar zenginlik barındırıyor. Bir gün gitmeye karar verirseniz size tavsiyem önyargısız
bir şekilde, sıkmadan kasmadan orayı yaşamanız, lokal insanların arasına
karışıp onların yediklerini yemeniz, tavsiye ettiklerini yapmanızdır. Bu
şekilde çok daha güzel bir deneyim yaşayacağınızı garanti ediyorum. Eğer tur
rehberi ile gezip, dünya mutfağı ya da hamburger yiyecekseniz, onun yerine
evinizde Hindistan’la ilgili belgeselleri izlemenizi öneririm.
Gürcan Enginarlar
Yorum yazın...